![Almiranın Ayakkabı Bağları](https://www.mkoc.net/imgs/950x534x2/almira.jpg)
ALMİRA’NIN
AYAKKABI BAĞLARI
“Okulda öğrencilere, hayatın bütün temel becerilerini deneme fırsatı verilmesinin daha doğru olacağına inanıyorum.
Okul sadece akademik çalışmaların yapıldığı yerler olmamalı, gerçeklerle karşılaşma ve yüzleşme alanı da olmalı.“
Mustafa Koç
Yeni açılan okulda birinci sınıfa başlayacak olan Almira, bir an önce okulun açılmasını bekliyor, hem okulunu hem de öğretmenini çok merak ediyordu. Okula bir an önce başlamak için heyecanlanıyordu.
Okulun açılmasına bir hafta kala annesiyle birlikte okul ihtiyaçları için alışverişe çıktılar. Çarşıda dolaşırken bir vitrindeki botları çok beğenen Almira annesine yalvardı:
“Anne ben işte şu çizmeleri istiyorum, onu al bana!”
“Ama kızım, onları büyüyünce giyersin.”
“Ama anneeee! Babam alır, sen almazsan!”
Okula yeni başlayacak kızı için kışlık ayakkabı almaya çıkan annesi ona başka bir ayakkabı gösterse de o vitrindeki mor botların alınmasında ısrar ediyordu.
“Kızım o botun bağcıkları çok uzun, onları bağlayabilir misin sen?
“Bağlarım anne bağlarım, onu al bana…”
Küçük kızın ısrarları karşısında dayanamayan anne,Almira’yaistediği mor renkli botu aldı.
Okulun ilk günü gelip çatmıştı. Sevincinden havalara uçan küçük kız, okuluna botunu giyerek gitmek istedi. Ama annesi buna karşı çıktı:
"Kızım bunlar senin kışlık ayakkabıların, şimdi eylül ayındayız, okula yazlık ayakkabılarınla gitmen gerekir."
Annesinin itirazlarından hoşlanmasa da yaz aylarında bot giymenin pek uygun düşmeyeceği sonunda onun da aklına yattı. Almira'nın botlarını giyebilmesi için üç ay daha beklemesi gerekti.
Soğuk ve yağmurlu günler gelince annesi bir akşam ona müjdeyi verdi:
"Yarın okula mor botlarınla gidebilirsin!"
"Yaşasın!" diye bağırdı ve o gece bu sevinçle uyudu.
Sabah erkenden botlarını giyerek okula gitti. Sınıfta sevincini arkadaşlarıyla paylaşırken ve bahçede oynarken çok mutluydu.
***
Bir gün teneffüs saatinde okul bahçesinde dolaşırken Almira'yı gördüm. Oynarken mutlu olduğu her halinden belli oluyordu. Ama birden dikkatimi çekti: Ayakkabıların bağları çözülmüş, öylesine koşturuyordu. Çözülen bağcıklara basarsa her an düşebilir diye endişelendim, hemen ona seslendim:
"Kızım, ayakkabıların çözülmüş, böyle koşarsan düşebilirsin; bağcıklarını bağla da oyna" dedim.
Okulun ilk birinci sınıfında olduğu için onlarla sık sık görüşüyor, hepsini yakından tanıyordum. Zaman zaman bahçede birlikte oynarlarken beni de oyuna katıyorlardı.
Gülerek baktı, bir şey söylemek istiyordu. Eğildim, utana sıkıla kulağıma yavaşça:
"Öğretmenim ben bağlayamam ki..." dedi.
"Tamam" dedim "Merak etme ben öğretirim!"
"Gerçekten öğretir misin?" dedi, mutlu olmuştu.
"Gel" dedim, "Otur şuraya..."
Ona ayakkabı bağcıklarını nasıl bağlayacağını birkaç kere gösterdim. Elimin hareketlerini dikkatle izliyordu.
"Haydi şimdi sen de yap" dedim. Heyecanlandı, bir kaba düğüm atsa da beceremediğini anlayıp güldü.
"Merak etme sonunda yapacaksın, bugün ben bağlarım, ama asla çözülmüş bağcıklarla dolaşma olur mu?" dedim. Ama bir şartım daha var: “Bugün ayakkabı bağlamak için ilk dersi aldın; yalnız, bu derslerimiz sen öğreninceye kadar devam edecek…"
Bağlamayı başaramasa da onu cesaretlendiğim için çok sevindi ve boynuma sarıldı.
"Tamam öğretmenim!" dedi. O sırada zaten giriş zili çalmıştı, zıplaya zıplaya sınıfa gitti.
O gün yaptığım işin bu kadar önemli olduğunu düşünmemiştim. Bu fikir, onun yere düşmesinden endişelendiğim için o anda ortaya çıkmıştı. Oysa onun için hiç de öyle sıradan bir iş değilmiş bu. Almira akşam eve gidince kapıdan girer girmez;
"Anne, anne! Biliyor musun bugün ne oldu? Büyük müdür bana ayakkabı bağlamayı öğretti." diye haykırmış!
Belli ki çok etkilenmiş ve hoşuna gitmişti. Anneden bu haberi alınca Almira'nın ayakkabı bağlamayı öğrenmesi benim için de çok önem kazanmıştı. Sadece onun mu? O günden sonra hangi öğrencinin çözülmüş bağcıklarını gördüysem onlarla da ayakkabı bağladık. Almira, ayakkabıları her çözüldüğünde bir yolunu bulup yanıma geldi. Bahçede ya da bir merdiven dibinde, koridorda nerde karşılaşırsak, bağcık bağlama çalışması yapmayı çok sevdi.
Çocuklardaki sevinci ve öğrenme merakını görmek benim de hoşuma gitmişti. Bir süre sonra bu iş diğer öğrencilerin de ilgisini çekmeye başladı. Bazı velilerden, bağcık bağlamayı öğrenmek için okula özellikle bağcıklı ayakkabı ile gelmek isteyenler, hatta bağcıklı ayakkabı aldıranlar olduğunu öğrendim. Bu küçük olay okulda sevimli bir etkinlik halini almıştı.
Amacımıza ulaşmıştık; ancak bu etkinlikten yeni dersler çıkarmak gerektiğini düşündüm. Elbette tek amaç ayakkabı bağlamayı öğretmek değil ki. Öğrenciler, kendilerine değer verildiğini algılıyor, el becerilerinin geliştiğini görüyor, özgüven kazanıyor ve öğretmenlerinden gördüğü ilgiden mutlu oluyorlardı.
Bu küçük deneyim, bize çocukların el becerilerini geliştirmek için birçok şey yapılabileceğini gösterdi. Belki de hayata tam da buradan başlanmalıydı. Kendi okulumuzda el becerileri eğitimini önemsemek adına iyi bir örnek yakalamış olduk. Ama bununla kalmadı; bu deneyimden ben de bir şeyler öğrendim.
Hayat zaten adeta bir öğrenme yolculuğu değil midir? Günümüzde "yaşam boyu öğrenme" anlayışı yeni eğitim yaklaşımına tam olarak yerleşti.
Diğer yandan bizler de durmadan öğreniyoruz ve öğretmenler olarak daha çok öğrenmeliyiz. Üstelik yaşadıklarımdan anladım ki çocuklardan da bir şeyler öğreniriz. Onlar için, onlardan da öğrenmeliyiz zaten. Bir bakıma yeni yüzyılın eğitim anlayışına göre sınıf, eski bilgilerin tekrarlandığı bir oda değil, öğretmen ve öğrencinin "birlikte öğrendiği" bir laboratuvar ya da atölye olarak kabul edilmeli.
Yıllar önce bir köy okulunda öğretmenlik yaptığım yıllarda okulun badanasını, boyasını öğrencilerimle birlikte yapmıştık. Köyün tıkanan su kanalını onlarla birlikte açtığımız günler aklıma geldi. O zaman bu, benim kuşağımdaki öğretmenler için çok normaldi.
Okulda öğrencilere, hayatın bütün temel becerilerini deneme fırsatı verilmesinin daha doğru olacağına inanıyorum. Okul sadece akademik çalışmaların yapıldığı yerler olmamalı, gerçeklerle karşılaşma ve yüzleşme alanı da olmalı.
Japonya'da öğrenciler, kendi sınıflarının temizliğinden sorumlu tutuluyormuş. Bizde böyle bir şey düşünen olsa herhalde manevi olarak linç edilir.
Ucunda linç edilmek de olsa yine de şöyle düşünmekten kendimi alamıyorum:
Acaba bağcık bağlamayı, düğme iliklemeyi, fermuar çekmeyi, saç taramayı, çivi çakmayı, vida çevirmeyi okul müfredatına alsak nasıl olur?