
Mustafa KOÇ Yazarın Tüm Yazıları
ÖZGEÇMİŞ Antalya Manavgat Ahmetler doğumluyum. İlkokulu orada okudum. Aksu İlköğretmen Okulunu bitirdikten sonra 4 yıl ilkokul öğretmenliği ve okul yöneticiliği yaptım. Daha sonra girdiğim sınavları kazanarak Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Eğitim (Pedagoji) bö...

BABALAR GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN!
Babalarımız, hepimizin kahramanlarıdır.
***
"Hayatta, Ben En Çok Babamı Sevdim"
Bugün Babalar Günü…
Hepinizin Babalar Gününü kutlarken bugün ben de babamı yazmak ve onu anmak istiyorum.
Babam İbrahim Koç... Uzun yıllar köyün muhtarlığını yaptı. Eskiden muhtarlar bu işe karşılık devletten bir ücret de almazdı. Hepimizin üzerinde ödenmez hakları var...
Eski kuşaktan unutulmayan ve hiçbir karşılık beklemeden köy için çalışan çok değerli büyüklerimiz geldi geçti. Babam da onlardan biri. Köye ilk defa yol yapılırken, ırmaktaki köprü yapılırken, köye ilk defa su getirilirken onun nasıl çabaladığını biliyorum. O nedenle onun Ahmetler’le sevdasını yazmak biraz da bana düşüyor. Bir ömür boyu ata toprağı diye yayla konusu için onun nasıl gece gündüz koşturduğunu ve bu işler için nasıl heyecanlandığını asla unutamam.
Babam, yaşadığı sürece köyün Ahmetler'in dertleriyle, tasalarıyla yoğrulmuş; ölüm döşeğinde bile yaylanın durumunu soran çok özel bir insandı. Hepimiz, babalarımızla gurur duyarız; çok zor koşullarda beni okutarak hayatıma farklı bir dokunuş yapan babamla ben de gurur duyuyorum.
Hep düşünürüm; acaba babam gibi, hepimizin anneleri ve babaları gibi, onun kuşağındaki insanlar bir de okul yüzü görselerdi, ellerinden tutan biri olsaydı; mesela sosyal devlet, onlara da el uzatabilseydi kim bilir nasıl olurdu. Sadece onlar mı? Bizler nasıl olurduk, köyümüz nasıl olurdu, Türkiye nasıl olurdu bilemeyiz. Ama yine de bir şeyi biliyoruz; ortaçağdan çıkamayan bir yoksulluğun içinden hepimize onlar ışık olmuşlar, yol göstermişler, özveriyle yaşamışlar. Kendi kaderlerini değiştiremeseler de bizim kaderimizi değiştirmişler. Köyün okulunu kendi elleriyle yapacak kadar aydınlık düşüncelere sahip olan atalarımızın ne kadar ileri görüşlü, ne kadar kıymeti olduğunun farkında mıyız?.
Onların çocukluğunda köyde okul yoktu ki. Babam alfabeyi askerde öğrense de okumayı yazmayı, Kur’an’ı ve matematiği kendi kendine geliştirmiş. Buna karşın o benim aynı zamanda ilk matematik öğretmenimdir.
Ne var ki insanlar ölümlü... Ama önemli olan arkalarında nasıl bir iz bıraktıkları. Babalar Gününde onu anarken izin verirseniz, babam için her şeyi bir tarafa bırakarak şunu söylemek istiyorum: Çocukluğumdan beri onda gördüğüm ve pek az insanda görebileceğimiz önemli bir fark şuydu: “Sosyal insan” olmak…
Aklımın erdiğinden beri biliyorum ki babam, muhtar olmadığı zamanlarda da köyle ve köyün sorunlarıyla yaşadı. Bizim evde babam ölünceye kadar bıkmadan usanmadan köyün yayla işleri ve köye yapılacak hizmetler konuşulurdu. Ben de işte bunları dinleyerek büyüdüm. Bu yüzden hala Ahmetler denince akan sular durur, heyecanlanırım. B ilenler vardır, muhtar değilken de Ankaralarda, yayla keşiflerinde ve nedense Ahmetler’e çok kolay açılmayan bütün devlet kapılarında hep o koştu durdu.
Ahmetler’e ilk defa yol gelirken, ırmaktaki köprü yapılırken, köye ilk defa su getirilirken onun nasıl gece gündüz koşturduğunu, bu işler için nasıl heyecanlandığını asla unutamam.
Babam köye yapılan orman yolunun Taşharman’dan gelerek köyün içinden geçmesi için çok çırpındı. Ama herkes biliyor bunu; rant lobisi yolun köy içinden geçmesini istemedi ve sarp kayalıklardan, Akyalı'dan geçen bugünkü yol o zaman açıldı.
Alıçlıyatak’tan gelen ilk su için kadınlı erkekli bütün köylülerle birlikte demir su borularının nasıl taşındığını yakından bilirim. Aynı şekilde ırmağa köprü yapılırken köylüleri imece yoluyla nasıl çalıştırdığını, proje şefi gibi nasıl yönettiğini gözlerimle görmüştüm.
Babam ölünce işte böyle bir kapı kapandı. Ama bir kapı kapanınca bir başkası açılırmış. Görüyorum ki artık köyün sorunlarına kafa yoranlar hiç de az değil. Bu bize bizden öncekilerden kalan bir kültür mirası olabilir. İşte şimdi hepimiz Ahmetler’e ilgi duyuyoruz. Geçmişlerimizi rahmetle anmak için bu bile yeter. Çünkü çok iyi biliyorum ki onlar bize yol gösterdiler, zorluklara aldırmadan uzun yıllar bu işlere kafa yordular ve asla kendileri için yaşamadılar. Bizlerin daha iyi yaşaması için onların özverili çalışmalarını, dirençlerini bugün fark edemezsek nankörlük etmiş oluruz. Çünkü onlar; önlerinde hiçbir örnek olmadan, hiçbir eğitim almadan, görmeden, bilmeden, okumadan, yazmadan bizlere örnek oldular. Çünkü onlar bir yerden öğrenmeden kendiliğinden “sosyal insan"dı. Unutmayalım ki onların çabaları olmasaydı Osmanlı’da olduğu gibi Cumhuriyet’te de bir çivi çakılmazdı bizim köye. Hepimizin bizden öncekilere şükran ve vefa borcu olduğunu unutmamalıyız.
Günümüzde artık iyice bencilleşen, içine kapanan, çıkara dayalı bir kültüre doğru evrilen günümüz insanına göre; kendinden fazla, toplumun çıkarlarını düşünebilen "sosyal insan" olmak çok değerli. Hatta bana göre iyi bir insan, iyi bir Müslüman, iyi bir yurttaş olmanın ilk şartı da “sosyal insan” olabilmek.
Onlardaki bu sosyal hastalık, belki biraz da bizlere geçmiş olabilir. Manavgat’tan, Antalya’dan, Almanya’dan, İsveç’ten, Bursa’dan, İstanbul’dan, Konya’dan köyünü hisseden insanların hepsine bulaşmış bu hastalık... Bu güzel hastalık; Ahmetler konu olunca ayağa kalkan bütün insanlarda var. Ama iyi ki var! Dileyelim ki bu hastalık hiç geçmesin ve yeni kuşaklara da bulaşsın. İşte o zaman hepimiz daha iyi birer “sosyal insan” olacağız. Çünkü insan, sosyalleştikçe insanlaşıyor.
Çıkarcılığın alıp yürüdüğü, bencilliğin tavan yaptığı, “gemisini kurtaranın kaptan olduğu” bir dünyada; başkalarını, öteki insanları ve köklerimizin fışkırdığı toprakları düşünebilmek yine de bir farktır ve saygıya değerdir.
Babamın şahsında yüzlerce yıl en zor koşullarda köyü için çalışan, onlara hizmet eden bütün muhtarları; Mahmut Özdemir'den, bütün büyüklerimizi sevgi, şükran ve rahmetle anarken hepinizin Babalar Gününü kutluyorum.
***
1940'lardan bugüne köyümüze hizmet eden bütün muhtarlarımızı hatırlamak için burayı tıklayın.
***
Yazıyı Can Yücel’in, babası Hasan Ali Yücel için yazdığı ünlü şiirle bitiriyorum:
Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim / Can Yücel
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla – ha düştü, ha düşecek –
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben öyle sevdim.
Bilmezdi ki oturduğumuz semti,
Geldi mi de gidici – hep, hepp acele işi! –
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.
Atlastan bakardım nereye gitti,
Öyle öyle ezber ettim gurbeti.
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
40’ı geçerse ateş, çağ’rırlar İstanbul’a,
Bi helallaşmak ister elbet, diğ’mi, oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, can evim.
Hayatta ben en çok babamı sevdim.