Mustafa KOÇ Yazarın Tüm Yazıları
ÖZGEÇMİŞ Antalya Manavgat Ahmetler doğumluyum. İlkokulu orada okudum. Aksu İlköğretmen Okulunu bitirdikten sonra 4 yıl ilkokul öğretmenliği ve okul yöneticiliği yaptım. Daha sonra girdiğim sınavları kazanarak Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Eğitim (Pedagoji) bö...
TÜRKÇENİN SAHİBİ VAR
ANSAN’daki “Türkçenin Anadoludaki Yol İzleri” konulu söyleşide, İzmir’den gelerek beni yalnız bırakmayan şair Hasan Varol, orada başından geçen bir yol hikayesini de anlatmıştı.
Yıllardır şiirlerinde ilk kez Toroslardan sözler kullanan Varol’un bu seçimi bazı sanatçı ve şairlerce ilk başlarda biraz yadırganmıştı. Ancak Hasan Varol, Türkçenin ana kaynağından fışkıran sözcüklerin şiirden uzak kalmasına izin vermedi. Yaşadığı toprağın sözcüklerini hem şiirlerinde kullanmaya devam etti hem de başlangıçtaki itirazları susturmuş oldu.
Kitapta da vurgulamıştım; “Halkımız bu sözcükleri - aydınlar gibi - kitaplardan okuyarak öğrenmedi. Tersine yaşayarak kendisi yarattı.” Dilin gerçek sahibi orada dururken aydınlarımız, sanatçılarımız ona uzak kalmışsa bunda halkın bir kusuru olamaz, kusuru kendimizde aramalıyız.
ANSAN’daki konuşmada anlatılan yol hikayesi, tam da bizim yapmaya çalıştığımız şeyi; Anadolu’da halk ağzında yaşayan sözcüklerin unutulmamak için direndiğini anlatıyor. Üstelik okumuş ve aydın kesimin biraz da kendi konforlarında yaşarken halktan giderek koptuğunu da akla getiriyor. Belki kırsaldaki sosyal hayatla ilgili özel sözcükleri herkesin bilmesi gerekmez, ancak dilin gerçek sahibi dili durmadan yaratıp üretirken onlara yabancı kalmanın, dil işçiliği yapan sanatçıların o zengin maden ocağından yararlanmayı düşünmüyor oluşu anlaşılamaz.
Şimdi her şey değişti; günümüzde teknolojinin verdiği olanaklar, uzak Torosları ya da uzak halkı biraz da yakınlaştırdı diyebiliriz. Hem onları duymak eskisi kadar zor değil hem de o uzakta olduğunu düşündüğümüz kırsal da giderek kentleşiyor ya da ayağımıza kadar geliyor. Öyle olunca onları anlama, onlardan öğrenme ihtiyacı da giderek artıyor.
Hasan Varol’un bir otobüs yolculuğundan aktardığı anısı bize biraz da bunu hatırlattı:
"’Harnuplar Pürenler Arılar’ kitabımı Ankara'da Ekin Sanat'ta tanıtmak, şiir konuşmak üzere Ankara'ya gitmiştim ve oradan dönüyordum. Otobüste Konya'dan Beyşehir'e doğru yol alıyorduk. Telefonum çaldı mı ben mi aradım, tam anımsayamıyorum ama Mustafa Koç ile görüştüm. Şiirden, sözcüklerden, yerel dilden, Torosların sözcüklerinden, Yörük yaşamından... Sözcüklerin bazılarının herkesçe kullanılmadığından, ama bir yaşamın karşılığı büyük bir zenginliği taşıdıklarından konuştuk. Bu konuşmada "yargınım", "çımgışmak", "acışmak", "özek" gibi sözcükleri kullandığımı anımsıyorum. Yanımda oturan koltuk arkadaşım, telefon konuşmam bitince, bana dönüp gülümsedi,
"Affedersiniz, siz bir öğretim üyesi falan mısınız, dil üzerine hayli güzel şeyler konuştunuz. Ben Alanya'da avukatlık yapıyorum, eşim de doktor. Sizin o kullandığınız sözcükleri, eşimin hastaları kullanıyor ama eşim o sözcüklerin anlamlarını bilmediği için hastalarına yardımcı olamadığından söz etti. Üzüldüğünü söyledi. Hasta "yargınım acışıyor, ayaklarım çımgışıyor", "özeklerim ağrıyor" deyince bu "yargınım" sözcüğünü "çımgışıyor" sözcüğünün anlamını bilemiyor eşim. Sözlüklerde de yok. Bu sözcükleri öğreten bir kitap mı var, çıkacak mı?" dedi.
Gülümsedim, merakını gidermek üzere bu sözcüklerin Tororlar'da yaşayan Yörüklerin sözcüklerinden olduğunu, telefonda konuştuğum Mustafa Koç ağabeyin böyle bir sözlük hazırlamakta olduğunu, kendimin de bir Yörük çocuğu olduğumu anlattım.
Ne avukat ne de doktor; "yargınım" sözcüğünü, "çimgışmak" sözcüğünü ya da "acışmak" ve “özek" sözcüğünü biliyordu; onlar bu coğrafyanın geçmişini unutmuş, Alanya'da modern bir yaşam içindeydi. Sözcükler ise Toroslarda yaşamaktaydı. Ben ve Mustafa Koç ise bir tane sözcük bile yaşatılırsa, geçmişimiz, zenginliğimiz yaşar diyorduk. Çünkü ben de bu sözcüklerden şiirlerimde kullanmıştım, bilmeyenlerce eleştiriye uğramıştım. Toroslarda yaşayan insanların sözcük hazinelerini yok mu sayacaktık Her yaşantı kendi sözcükleriyle verilebilirdi."
Şair Hasan Varol’un anısı ve yaptığı yorum her şeyi özetlemiş.
Bizler de zaten bu sözcüklerin kaybolmaması için yola çıktık. Dilerim bu tartışmalar, herkesi Türkçe üzerine daha da düşünmeye götürecek. Çünkü Batı dillerinden ve Arapça’dan dilimize durmadan akıp duran sözlere itirazı olmayanların Türk Diline sahip çıkması beklenemez. Oysa nereden gelirse gelsin, Türkçe kendi matematiği ile yabancı her söze karşılık üretebilecek muazzam bir yapıya sahip.
Bir sözcük kökünden onlarca sözcük tütebilirsiniz.
İki sözcük birleşip yeni bir sözcük olabilir.
Eski Türk Dili kaynakları büyük bir hazinedir.
Kardeş Türk halklarının kullandığı sözler de bizim dilimizdir.
Bütün bunların dışında hala bitmez tükenmez bir maden ocağı gibi halk ağzında yaratılan sözcükler var.
Böyle bir dile sahip olduğumuzun farkına varmak ve bu zenginlikten yararlanmak gerekiyor. Binlerce yıllık geçmişi olan ve dilbilimcilerin hayran kaldığı Türkçe, doğudan batıdan kuşatılacak sıradan bir dil olmamalı.
Bu yazıyı, dünyada en çok konuşulan 5. büyük dil olan Türkçe için dünyaca ünlü bir dilbilimci Prof. David Cuthell’ın sözüyle bitirelim:
“Birçok yabancı dil bilirim. Bu diller arasında Türkçe öyle farklı bir dildir ki, yüz yüksek matematik profesörü bir araya gelerek Türkçeyi yaratmışlar sanki.” /
Mustafa Koç

