
SEVGİ BORCU
MesleÄŸimin ilk yılları… Bir güney doÄŸu ilinin uzak bir köyünde, beÅŸ sınıflı bir okulun ilk ve tek öÄŸretmeniydim. Åžubat ayı baÅŸlarıydı, her yer karlarla kaplı ve okullar karne tatiline giriyordu.
Dönem sonu meslek toplantısı için ÅŸehre çaÄŸrılan ve çeÅŸitli yerlerden toplanıp gelen onlarca öÄŸretmen, büyük bir salonu doldurmuÅŸtuk. O kalabalığın arasında, salonda bir yer bulup oturmak için dolaşırken tuhaf bir ÅŸey oldu. Mavi mantolu bir öÄŸretmenle aniden göz göze geldik. Bana doÄŸunun bu soÄŸuk ÅŸehrinde memleketimin sıcak denizlerini hatırlatan iki mavi göz, bir anda toplantının gündemini unutturdu. İkimiz de öylece bakışıp kaldık. Ama aÄŸzımızdan bir kelime bile çıkmadı. Bakışlarımız kilitlenince benim gibi o da utanarak kalabalığın arasında kaybolup gitti.
Bir yer bulup oturduÄŸumda, mavi mantolu öÄŸretmenin de yan tarafta iki sıra önde oturduÄŸunu gördüm. Sol tarafa baktığında göz göze gelecek kadar yakındık. Sağında solunda ÅŸakalaÅŸtığı birkaç arkadaşıyla gülüÅŸüp duruyorlardı. KeÅŸke görünür yerde olmasaydı. Toplantı oturumu baÅŸladığında da gözlerim hep onun üzerindeydi. Az sonra solundaki arkadaşına dönerek bir ÅŸeyler anlatırken bir anda ona baktığımı fark etti. Gizli bir tebessümle bir iki kere daha dönüp baktı.
O gün ne onun peÅŸine düÅŸecek bir ortam vardı, ne bu gözleri kovalayacak zaman ne de ona bir iki cümle edecek cesaretim…
KeÅŸke öÄŸretmen olmasaydım diye düÅŸündüm. O zaman daha özgür davranabilirdim belki. Herkesin gözü önündesiniz; duruÅŸunuza, oturup kalkmanıza, iliÅŸkilerinize dikkat etmek zorunda hissettiÄŸiniz bir göreviniz var. Bu yüzden toplantı çıkışında onunla iletiÅŸim kurabilmek için biraz cesarete ihtiyacım vardı. Yirmili yaÅŸların başında utangaç yapılı bir genç için böyle bir ortama çözüm üretmek o kadar kolay deÄŸildi. O yıllarda sosyal iliÅŸkiler bugünküyle kıyaslanamazdı. Ne cep telefonu vardı, ne sosyal medya ne de toplumsal bir hoÅŸgörü ortamı…
Salondan çıkarken kalabalığın arasında o da benim gibi düÅŸünmüÅŸ olacak ki ayakta beklerken bir yolunu bulup önümden geçti; sonra da gülümseyerek kalabalığa karışarak çıkıp gitti. Belki de son defa bakışmıştık.
Hepimiz, kendi bölgemize dağılmak üzere toplantı salonunun hemen ilerisindeki köy garajlarına doÄŸru yürüdük. Bütün dolmuÅŸlar tıklım tıklım doluydu.
Ertesi gün okullarımızda karne tatili baÅŸlıyordu. Herkes gibi ben de hemen köye dönmeyi düÅŸünüyordum. EÅŸyalarımı toplayıp bir an önce memlekete gitmek istiyordum. Gruptaki arkadaÅŸlarla vedalaşıp Akbudak yönüne gidecek dolmuÅŸu buldum.
Akbudak, ilçenin en uzak köylerinden biriydi. Arka kapıdan binip kapının önündeki boÅŸ koltuÄŸa oturdum. Araba, yollarda inecek olanlarla birlikte hemen hemen doluydu. Ön tarafta boÅŸ yer bulur muyum diye ayaÄŸa kalkıp bakınca ne göreyim? Mavi mantolu öÄŸretmen ön tarafta oturuyordu. Elinde bir gazete vardı. Yanındaki arkadaşıyla gazeteye bakıyorlardı.
O sırada dolmuÅŸun ÅŸoförü Åžeyho, kapıdan içeri bakarak yolcu sayısını gözden geçirdi. Arka sıralarda beni görünce selam verdi. Her zaman son durakta indirdiÄŸi yolcuyu tanıyordu tabi.
“Hocam siz de mi varsınız? Ön tarafa gelin, ÅŸurada bir kiÅŸilik yer var.”
Ne diyeceğimi şaşırdım.
“Olur Åžeyho, geleyim” dedim, teÅŸekkür ettim. Tam da Mavi mantolunun yan tarafındaki bir kiÅŸilik yere oturdum. Yanımda tanımadığım bir köylü vardı, ben gelince cam kenarına çekildi.
Mavi mantolu kız, sol tarafımdaki koltuktaydı ve aramızda sadece koridor vardı. Ben onun saÄŸ yandaki koltuÄŸa otururken o dönüp bakmadı bile. Arkadaşıyla birlikte hala gazeteye odaklanmışlardı. Ellerinde bir de kalem, merakla bulmaca çözdüklerini anladım.
Üstümdeki ÅŸaÅŸkınlığı atmaya çalışırken yanındaki arkadaşı, “Bak, kim var” der gibi onu hafifçe dürttü. Başını kaldırıp bakınca bir kere daha merakla bakışıp gülümsedik. Kısacık zaman içinde bir çift mavi gözün bakışı beynime kazınmıştı. Gözlerimi yere eÄŸdim, Van gölüne düÅŸüp boÄŸulacağım sandım. O da ÅŸaşırmıştı, ama benden cesur davrandı. Nazikçe;
“Merhaba, siz de buradasınız, hangi köye gidiyorsunuz?” diye sordu.
Adını bile bilmiyordum ama bütün gün beynimi dolduran biriyle böyle karşılaÅŸmak da olacak ÅŸey deÄŸildi. Çok heyecan verici bir durumdu benim için.
“Merhaba hoca’nım, Çiftekoz’a gidiyorum. Ya siz?”
“Aynı tarafa gidiyoruz, ben de biraz berideki komÅŸu köydeyim.”
“Ne tesadüf!”
“Evet öyle” derken arkadaşıyla gülüÅŸtüler. Bu gülüÅŸmeyi hiç de önemsememiÅŸ görünerek;
“Tatile çıkıyor musunuz yarın?” diye sordum.
“Evet, yanımdaki arkadaşım Zeynep hoca, birazdan onun köyünde ineceÄŸiz. Yarın da onunla birlikte köyden yarılacağız.”
“Nerelisiniz?”
“Ben Mardinliyim, Zeynep Sivaslı, Åžarkışla’dan… Siz nerelisiniz?”
Söyledim, ama aklımda çok soru birikmiÅŸti:
“Daha önce hiç karşılaÅŸmadık. Adınız ne, sorabilir miyim?” diyebildim.
“Sıla” derken ikisi birden bir daha gülüÅŸtüler.
Bu muzipçe gülüÅŸmeden asıl adının bu olmadığını düÅŸündüm. Hiç beklemeden gülerek cevap verdim:
“Ben de Gurbet… Memnun oldum Sıla hanım” deyince kahkahayı bastılar.
“Çok ÅŸakacısınız, evet ben de ÅŸaka yaptım zaten ama adımı artık siz bulun, ”Sıla’daki harflerle yazılıyor.
Bu kez ben bastım kahkahayı:
“Bulmaca çözmeyi seviyorsunuz. Bu da bir bulmaca gibi olmadı mı?”
“Öyle oldu ama bugünkü karşılaÅŸmanın anısına böyle tanışmış olalım.”
Bu söz beni rahatlattı. Benim kadar o da bugünün farkındaydı.
“TeÅŸekkür ederim, adınızı buldum ama söylemem” dedim.
“Hadi söyleyin lütfen!”
Kolayca bulmuÅŸtum adını, ama ısrar ettiÄŸi için bilerek yanlış ÅŸeyler söyledim.
“Isla”
“Hayır”
“Asıl”
“Hayır…”
DoÄŸruyu söylemeyecektim;
“Salı” diye devam etim.
Büyük bir kahkaha attı ve;
“Hayıııır! Bilemedin” diyerek uzun uzun güldü.
“O halde tatil dönüÅŸü maaÅŸları almaya gittiÄŸimizde ilçede buluÅŸup söyleyeceÄŸim.” dedim.
“Tamam, öyle olsun, ama siz de söyleyin adınızı.”
“Talan” dedim, bu kez hep birlikte gülüÅŸtük.
“O zaman siz de benimkini bulun geldiÄŸinizde…” diye noktaladım.
Bu eÄŸlenceli oyun bitince ÅŸoförü uyardılar;
“Bizi ilk köyde indirir misiniz?”
Az sonra batmakta olan GüneÅŸle birlikte bir anda inip gittiler. Mavi manto da ona çok yakışmıştı. Zaten aklımda bir çift mavi göz ile o gözlerle çok uyumlu mavi manto kalmıştı. Rahatlığı ve özgüveni, güçlü bir kiÅŸiliÄŸe sahip olduÄŸunu düÅŸündürüyordu. Bugün üç kere yoluma çıkan, ama her defasında bir güvercin gibi uçup giden bu kızı yine görebilecek miydim, bilmiyordum.
Ama ona ulaÅŸmanın o kadar kolay olmayacağına dair de bir hisse kapıldım. Her halde bundan olmalı; gerçek adının Aslı olduÄŸunu sandığım bu gizemli kız benim için belki de bir hayaldi. Bu nedenle ona ben de Hayal adını vermiÅŸtim. Çünkü birkaç saat içinde ortaya çıkıp adeta bir hayal gibi geçip gitmiÅŸti. Nitekim o zaten hiçbir zaman gerçek olmadı ve aklımda hep bir hayal olarak kaldı. Hem de çocukça bir hayal…
Tatil bitti ve okullarımıza geri döndük. Tatil dönüÅŸü maaÅŸ gününde onu görmek ve adını bildiÄŸimi yüzüne söylemek için ilçede merakla beklesem de Mavi mantolu Aslı’yı bir daha göremedim. Arkadaşıyla da karşılaÅŸamadık. Bir süre sonra İlköÄŸretim MüdürlüÄŸünden ÅŸunu öÄŸrendim:
Adını doÄŸru tahmin etmiÅŸim. Aslı öÄŸretmen, memleketinden EÄŸitim MüdürlüÄŸüne uzun süreli bir saÄŸlık raporu göndererek artık görevine dönemeyeceÄŸini söyleyip kayıplara karışmıştı. Sadece tedavi için acele yurt dışında gitmek zorunda kaldığını biliyorlarmış. Nereye gittiÄŸini ve ne durumda olduÄŸunu bilen kimse yoktu. Kime baÅŸvurduysam bir bilgi alamadım.
Adeta vurgun yemiÅŸtim. Çok üzülmüÅŸtüm. Bir bakışa neden bu kadar baÄŸlandım, bu durum neden içimde böylesine derin bir sızıya yol açtı, hala bilemiyordum. Bir ÅŸekilde bir haber alabilir miyim diye her defasında idareye uÄŸruyordum. Ne yazık ki Hayal’imden, mavi mantolu kızdan hiçbir haber yoktu.
***
Aradan birkaç ay geçti. Bir sabah muhtar, elinde bir mektupla çıka geldi. Zarfı açıp baktım. Aslı’dandı. YüreÄŸim küt küt atıyordu. Çok kısa bir not vardı. O da benim adımı çözmüÅŸtü:
“Altan Merhaba,
Ben Aslı. Hani sana ilk tanışmamızda adını bulmaca gibi söyleten deli kız! Seni tanımam, benim için bir ÅŸanstı belki ama hayat bunu sana da bana da çok gördü. Åžimdi çok hastayım, yüzüme söylemeseler de kısa bir ömrümün kaldığına inandım.
Nedenini bilmiyorum, aklımda bir tek sen kalmışsın, bir tek sana hesap verme ihtiyacı duydum. O gün hiç böyle ÅŸeyler konuÅŸamasak da sana kanım kaynamıştı. Yüzündeki sıcaklık ve doÄŸallık bana güven vermiÅŸti. Orada söyleyemesem de seni yakından tanımaya karar vermiÅŸtim. Tatil dönüÅŸü için hayaller kurmaya baÅŸlamıştım bile. Biliyorum ki sen de böyle düÅŸünüyorsun; bu yüzden birbirimize sevgi borcumuz vardı, yarım kaldı. Talihsiz arkadaşım, eÄŸer cennet varsa orada bulurum seni; hakkını helal et! Aslı…”
Hayat bu kadar mı acımasız? Bu acı haberle bir kere daha sarsıldım. Derin bir üzüntü içindeydim. Elimdeki kısa mektupla öylece kaldım. KurduÄŸum hayaller bitivermiÅŸti. Her hayal gerçek olmaz belki ama hiçbir hayal de bu kadar kolay kolay uçup gitmemeliydi.
Åžaka gibiydi hayat; ben gerçekten Sıla’nın Gurbet’i olmuÅŸtum. O da Gurbet’in Sıla’sı...
Hani derler ya; hayat zaten önünüze bir insanı çıkarmışsa bunun mutlaka bir nedeni vardır. O insan sizin ya sevdanız olur, yolunuz kesiÅŸir; ya dersiniz olur, size bir ÅŸeyler öÄŸretir; ya da derdiniz olur, sizi üzer.
Gerçekten Aslı da iÅŸte benim için öyle oldu. Belki sevdam olacaktı, aniden kederim oluverdi ve böylece hayat boyu hayalim olarak kaldı. Mavi Mantolu Hayal’im…
Bir de hayallerinizin peÅŸinden koÅŸun derler. KoÅŸtuk da ne oldu?
Elimde bir çift mavi gözün hayali kaldı iÅŸte…
***