![Kağıt İki Buçuk Lira](https://www.mkoc.net/imgs/950x534x2/ikiiibucuklira2a.jpg)
KAĞIT İKİ BUÇUK LİRA
İlkokulu bitirdiğim yıl, Aksu Öğretmen Okuluna gittim. Oraya gelen çocukların çoğu gibi ben de ilk kez bir kente gelmiştim. Siz şimdi bakmayın köylerin boşaldığına, o yıllarda toplumun yüzde sekseni kırsalda yaşardı. Şimdikiler algılayamaz belki ama bu durum henüz on iki yaşındaki bir çocuğun hayatında büyük bir değişimdi. İşte Aksu’ya geldiğimizde hepimizi en çok mutlu eden şey, hafta sonları okula sadece 16 km uzaktaki Antalya’yı görmekti.
Bir pazar sabahı bütün yakın arkadaşlarım Antalya’ya gitmişti. Olacak ya o hafta cebimde hiç param kalmamış. Ya babam gönderemedi ya da ben harcarken ölçüyü kaçırmış olmalıydım. Gerçi Perge harabelerinde yapılan yağlı güreşlerde testi ile su satarak harçlığımı çıkardığım da olmuştu ama her nasılsa o sırada parasız kalmışım. Bu yüzden çok istediğim halde arkadaşlarla birlikte şehre gidememiştim.
O gün yalnız kaldığım için çok üzülmüştüm ve can sıkıntısıyla ortalıkta dolaşıyordum. Kasabanın ortasından geçen kanalın üstündeki küçük köprüye geldim. Köprüden aşağıdaki kirli suda yüzen böcekleri seyrediyorum. İçimden şimdi şurada bir para bulsam da Antalya’ya ben de gitsem ne çok sevinirim diye geçiriyordum.
Böyle hayallerle suya bakarken bir süre sonra suyun üzerinde salınan bir kağıt parçası gözüme ilişti. Çok şaşırmıştım, her halde hayal görüyordum. Çünkü suyun üzerinde yüzen o kağıt parçası iki buçuk liralık bir kağıt paraya benziyordu. İki buçuk lira o gün benim için çok paraydı.
Elime uzunca bir sopa alarak köprünün yan tarafına indim. Kağıt, akıntıya kapılarak yavaş yavaş uzaklaşmaya başlamıştı. Suya iyice yakınlaştığımda bir yüzünde İsmet Paşa olan mor iki buçukluğu iyice tanımıştım: Bu bir kağıt paraydı. Paranın gerçek olduğunu anlayınca çok heyecanlandım. Onu sudan almak için telaşlandım. Elimdeki sopayı paraya doğru uzattım. Ama çubuk yetişmiyordu. Üstelik para yavaş yavaş akıntıya kapılmıştı. Bir an için onu alamayacağım diye endişelendim. Ama kararlıydım, paçalarım ıslansa da aceleyle suyun içine yürüyüp paraya uzandım. Sonunda elimdeki çubukla üzerinde İsmet İnönü resmi bulunan iki buçukluğu yakalamayı başardım. O anda ne kadar sevindiğimi bilemezsiniz.
Parayı özenle kuruttum ve dolmuş durağına geldim. Kafaya koymuştum; arkadaşlarım gibi ben de şehre gidecektim. Hesabımı yaptım: Antalya’ya 1 liraya gidiliyordu, gidiş dönüş dolmuş parası 2 lira; geriye sadece 50 kuruşum kalıyordu. Ama olsun, yine de şehre gitmeyi çok istiyordum; sevinçle ilk dolmuşa bindim.
Bu hikayeyi, adeta gökten düşmüş gibi yoluma çıkan iki buçuk lirayı anlatmak için yazmadım. Ama cebimde geriye kalan o 50 kuruşu nasıl harcadığımı hiç unutmuyorum.
Şehre inince Tophane’den İskeleye, oradan da Karaalioğlu Parkına kadar dolaştım. Zaten dolaşabileceğim başka da bir yer yoktu o zamanlar. Tophanede 5 turu 25 kuruş olan bisikletlere bile binememiştim. Yine de o gün o 50 kuruş çok işime yaradı.
Gün bitmek üzereydi. Artık okula dönme zamanı yakınlaşmıştı. Yorulmuştum ve karnım da çok acıkmıştı. Vakıf İşhanının altındaki helvacıdan bir çeyrek ekmek ve içinde 25 kuruşluk helva ile karnımı doyurdum. Kaldı 25 kuruşum. Cebimdeki son 25 kuruşu ne yaptım dersiniz? Nereden içimde yer ettiyse ta o yaşlardan beri gazete okumayı çok seviyordum. Cebimdeki son 25 kuruşla da bir Milliyet Gazetesi aldım. Belli ki beynimi de doyurmak istemişim.
Sonraki yıllarda da uzun yıllar Milliyet okumayı sürdürdüm. Daha sonraları, başka gazetelerle birlikte Hürriyet ve Cumhuriyet de okudum. Şimdi iletişimin ve sosyal medyanın zirve yaptığı günümüzde birçok kişi için her gün birkaç gazete alıp okumak hiç de anlaşılır olmayabilir. Oysa o yıllarda çok yaygın bir gazete okuma kültürü vardı. Gerçi sonradan insanlar okudukları gazetelere göre fişlenmeye başlansa da okuyana herkes büyük saygı duyardı. Böyle enflasyon krizleri de olmadığı için uzun yıllar 25 kuruş verip bir gazete alabiliyorduk.
Ne var ki şimdilerde artık hem öyle bir gazete okuma kültürü kalmadı hem de her gün merakla beklediğimiz, çoğu zaman da ancak ertesi güne yetişebilen o gerçek gazeteler yok. Zaten hızla değişen dünyada, internet ve teknoloji sayesinde her şey anında elimizin altında. Savaşlar bile canlı yayınla gösteriliyor. Haberler ise artık günlük değil, anlık veriliyor.
Yazılı basının gücünü ve önemini asla küçümseyemeyiz ama çekirdekten yetişen o efsane gazeteciler ortadan çekilirken gazeteler de eskisi kadar okunmaz oldu. Abdi İpekçi’nin, Çetin Altan’ın yazı yazdığı o efsane Milliyet ise yok artık. Varsa da günlük yüz binlerin okuduğu gazeteleri resmi ilanlarla ancak on binler okuyor. Çünkü birileri Hürriyetimizi satın alırken Milliyetimizi de aldı elimizden.
Bu yüzden ben Hürriyetimi de Milliyetimi de kaybettim; ama hiç değilse Cumhuriyetimize dokunmasınlar.