KAÄžIT Ä°KÄ° BUÇUK LÄ°RA
Ä°lkokulu bitirdiÄŸim yıl, Aksu ÖÄŸretmen Okuluna gittim. Oraya gelen çocukların çoÄŸu gibi ben de ilk kez bir kente gelmiÅŸtim. Siz ÅŸimdi bakmayın köylerin boÅŸaldığına, o yıllarda toplumun yüzde sekseni kırsalda yaÅŸardı. Åžimdikiler algılayamaz belki ama bu durum henüz on iki yaşındaki bir çocuÄŸun hayatında büyük bir deÄŸiÅŸimdi. Ä°ÅŸte Aksu’ya geldiÄŸimizde hepimizi en çok mutlu eden ÅŸey, hafta sonları okula sadece 16 km uzaktaki Antalya’yı görmekti.
Bir pazar sabahı bütün yakın arkadaÅŸlarım Antalya’ya gitmiÅŸti. Olacak ya o hafta cebimde hiç param kalmamış. Ya babam gönderemedi ya da ben harcarken ölçüyü kaçırmış olmalıydım. Gerçi Perge harabelerinde yapılan yaÄŸlı güreÅŸlerde testi ile su satarak harçlığımı çıkardığım da olmuÅŸtu ama her nasılsa o sırada parasız kalmışım. Bu yüzden çok istediÄŸim halde arkadaÅŸlarla birlikte ÅŸehre gidememiÅŸtim.
O gün yalnız kaldığım için çok üzülmüÅŸtüm ve can sıkıntısıyla ortalıkta dolaşıyordum. Kasabanın ortasından geçen kanalın üstündeki küçük köprüye geldim. Köprüden aÅŸağıdaki kirli suda yüzen böcekleri seyrediyorum. Ä°çimden ÅŸimdi ÅŸurada bir para bulsam da Antalya’ya ben de gitsem ne çok sevinirim diye geçiriyordum.
Böyle hayallerle suya bakarken bir süre sonra suyun üzerinde salınan bir kağıt parçası gözüme iliÅŸti. Çok ÅŸaşırmıştım, her halde hayal görüyordum. Çünkü suyun üzerinde yüzen o kağıt parçası iki buçuk liralık bir kağıt paraya benziyordu. Ä°ki buçuk lira o gün benim için çok paraydı.
Elime uzunca bir sopa alarak köprünün yan tarafına indim. Kağıt, akıntıya kapılarak yavaÅŸ yavaÅŸ uzaklaÅŸmaya baÅŸlamıştı. Suya iyice yakınlaÅŸtığımda bir yüzünde Ä°smet PaÅŸa olan mor iki buçukluÄŸu iyice tanımıştım: Bu bir kağıt paraydı. Paranın gerçek olduÄŸunu anlayınca çok heyecanlandım. Onu sudan almak için telaÅŸlandım. Elimdeki sopayı paraya doÄŸru uzattım. Ama çubuk yetiÅŸmiyordu. Üstelik para yavaÅŸ yavaÅŸ akıntıya kapılmıştı. Bir an için onu alamayacağım diye endiÅŸelendim. Ama kararlıydım, paçalarım ıslansa da aceleyle suyun içine yürüyüp paraya uzandım. Sonunda elimdeki çubukla üzerinde Ä°smet Ä°nönü resmi bulunan iki buçukluÄŸu yakalamayı baÅŸardım. O anda ne kadar sevindiÄŸimi bilemezsiniz.
Parayı özenle kuruttum ve dolmuÅŸ durağına geldim. Kafaya koymuÅŸtum; arkadaÅŸlarım gibi ben de ÅŸehre gidecektim. Hesabımı yaptım: Antalya’ya 1 liraya gidiliyordu, gidiÅŸ dönüÅŸ dolmuÅŸ parası 2 lira; geriye sadece 50 kuruÅŸum kalıyordu. Ama olsun, yine de ÅŸehre gitmeyi çok istiyordum; sevinçle ilk dolmuÅŸa bindim.
Bu hikayeyi, adeta gökten düÅŸmüÅŸ gibi yoluma çıkan iki buçuk lirayı anlatmak için yazmadım. Ama cebimde geriye kalan o 50 kuruÅŸu nasıl harcadığımı hiç unutmuyorum.
Åžehre inince Tophane’den Ä°skeleye, oradan da KaraalioÄŸlu Parkına kadar dolaÅŸtım. Zaten dolaÅŸabileceÄŸim baÅŸka da bir yer yoktu o zamanlar. Tophanede 5 turu 25 kuruÅŸ olan bisikletlere bile binememiÅŸtim. Yine de o gün o 50 kuruÅŸ çok iÅŸime yaradı.
Gün bitmek üzereydi. Artık okula dönme zamanı yakınlaÅŸmıştı. YorulmuÅŸtum ve karnım da çok acıkmıştı. Vakıf Ä°ÅŸhanının altındaki helvacıdan bir çeyrek ekmek ve içinde 25 kuruÅŸluk helva ile karnımı doyurdum. Kaldı 25 kuruÅŸum. Cebimdeki son 25 kuruÅŸu ne yaptım dersiniz? Nereden içimde yer ettiyse ta o yaÅŸlardan beri gazete okumayı çok seviyordum. Cebimdeki son 25 kuruÅŸla da bir Milliyet Gazetesi aldım. Belli ki beynimi de doyurmak istemiÅŸim.
Sonraki yıllarda da uzun yıllar Milliyet okumayı sürdürdüm. Daha sonraları, baÅŸka gazetelerle birlikte Hürriyet ve Cumhuriyet de okudum. Åžimdi iletiÅŸimin ve sosyal medyanın zirve yaptığı günümüzde birçok kiÅŸi için her gün birkaç gazete alıp okumak hiç de anlaşılır olmayabilir. Oysa o yıllarda çok yaygın bir gazete okuma kültürü vardı. Gerçi sonradan insanlar okudukları gazetelere göre fiÅŸlenmeye baÅŸlansa da okuyana herkes büyük saygı duyardı. Böyle enflasyon krizleri de olmadığı için uzun yıllar 25 kuruÅŸ verip bir gazete alabiliyorduk.
Ne var ki ÅŸimdilerde artık hem öyle bir gazete okuma kültürü kalmadı hem de her gün merakla beklediÄŸimiz, çoÄŸu zaman da ancak ertesi güne yetiÅŸebilen o gerçek gazeteler yok. Zaten hızla deÄŸiÅŸen dünyada, internet ve teknoloji sayesinde her ÅŸey anında elimizin altında. SavaÅŸlar bile canlı yayınla gösteriliyor. Haberler ise artık günlük deÄŸil, anlık veriliyor.
Yazılı basının gücünü ve önemini asla küçümseyemeyiz ama çekirdekten yetiÅŸen o efsane gazeteciler ortadan çekilirken gazeteler de eskisi kadar okunmaz oldu. Abdi Ä°pekçi’nin, Çetin Altan’ın yazı yazdığı o efsane Milliyet ise yok artık. Varsa da günlük yüz binlerin okuduÄŸu gazeteleri resmi ilanlarla ancak on binler okuyor. Çünkü birileri Hürriyetimizi satın alırken Milliyetimizi de aldı elimizden.
Bu yüzden ben Hürriyetimi de Milliyetimi de kaybettim; ama hiç deÄŸilse Cumhuriyetimize dokunmasınlar.