![Bir Sürgün Hikayesi - 3](https://www.mkoc.net/imgs/950x534x2/mkocteacher2_1.jpg)
Bir Sürgün Hikayesi – 3
BİR KAN DAVASI ÖYKÜSÜ
Nizip Yeniyazı Köyü
Müfettiş Arslan Bey'in dediği doğru çıktı; gerçekten beni çok güzel bir köye okul müdürü olarak atadılar. Lojmanı da olan beş öğretmenli büyük bir okuldu. Köy Gaziantep - Nizip yolu kenarında, yeşillikler içinde şeftali, kiraz, erik ve elma ağaçları arasında çok güzel bir yerdi ve ilçenin hemen yanındaydı. Nurettin’den farklı olarak burada herkes Türkçe konuşuyordu.
İlköğretim müdürü, okulun lojmanında oturmam için ısrar etse de lojmanda kalmakta olan iki bayan öğretmeni çıkarıp onların dışarda kalmasını istemedim. İlköğretim müdürü açıkça bana tavır aldığı halde lojmana geçmedim, köyden birisinin evinde kaldım. “Şeyh” olarak bilinen sakallı bir köylü evinin bir odasını bize ayırmıştı. İki karısı ve annesiyle yaşıyordu.
Gerçekten harika bir köydü. İlkbahar gelince her taraf pamuk tarlasına dönüyordu. Verimli topraklardaki erik, elma, kayısı ve kiraz ağaçlarının muhteşem görüntüsü çok etkileyiciydi.
Köye hızlıca alıştım. Bir süre sonra köyün ileri gelenleriyle ve köyün imamıyla da tanıştım. İmam, çok genç bir adamdı. Onunla kurduğum diyalog sonradan çok işime yaradı.
Yalnız Mehmet adında sosyal yönü kuvvetli bir adamla da tanıştım. İlk zamanlarda bana yakınlık gösterdi. Sonradan öğrendim ki Yalnız Mehmet, Türkiye işçi Partisi milletvekili adayıymış, öğretmenlerle konuşmayı severmiş. Kültürlü bir adamdı, çok güzel konuşuyordu ve köylüler üzerinde etkisi vardı. Doğrusu, köye uyum sağlamada bana da yardımı dokundu.
Köy imamıyla da aramızda hızlıca bir dostluk oluşmuştu. Onun da benim gibi genç biri olması da aramızdaki iletişimi kolaylaştırmıştı. Onunla yaptığım sohbetlerden öğrendim ki köylüler birbirleriyle konuşmuyor. Köyün bir yarısı diğer yarısını düşman gibi görüyor. Çünkü henüz çözümlenmemiş bir kan davası sürüp geliyor. Birini vuranı görenler olduğunda kimse şahitlik bile yapamıyor. İlk defa böyle bir gerçekle karşı karşıya kalmaktan çok tedirgin olmuştum. Bizim çalışma ortamımızı etkilemesinden de korkuyordum.
Bir gün köyün imamıyla buluştum.
“Hocam” dedim, “Bu köyde seninle bana önemli bir görev düşüyor. Gel seninle bir iş yapalım…”
“Ne yapalım hocam?”
“Bak, aralarında kan davası olan insanlarla birlikte yaşıyoruz. Ben çocuklarını okutuyorum, siz de onlara namaz kıldırıyorsunuz.”
“Doğru ama ne yapabiliriz ki?”
“Birlikte bir şeyler yapabiliriz. Ben köylülerden bazılarından da bilgi aldım, herkes bu durumdn rahatsız.”
“Haklısın, biliyorum, maalesef öyle…”
“Hocam, önce köyün aklı başında ileri gelenleriyle konuşup onları dinleyelim. Sonra siz de cuma hutbesinde bu konuyu işleyin.”
Genç imamın yüzü güldü:
“Çok güzel olur. Yapabiliriz bunu, çok da sevap olur. Kimse birbirine selam bile veremiyor…”
“Ben bir hutbe yazsam, kontrol etseniz, aklınıza yatarsa cuma günü hutbede okuyabilir misiniz?”
“Okurum tabi…”
“Tamam, o zaman ben bu konuyla ilgili bir hutbe metni hazırlayayım, sen de onu ayet ve hadislerle hutbe formuna getirip okursan etkisi olabilir. Belki şimdi sonuç alamayız ama ilerisi için bir yol açmış oluruz. Bu çağda insanların birbirlerine düşman olması, aralarında sürekli bir kan davası olması bu güzel köyde huzursuzluk olması çok kötü, bunun önleyebilirsek köylüyü rahatlatırız. Herkesin huzur bulması, hepimizi mutlu eder.” dedim. İmam bir an durdu ve aklına yatmış olmalı ki;
“Yapalım hocam” dedi.
Bu cevap beni çok sevindirdi ve umutlandırdı. Elbette insanlar arasındaki köklü bir düşmanlığı ortadan kaldırmak elbette kolay değildi. Karşı çıkanlar olabilirdi, işine gelmeyenler olabilirdi. Cehaletin esir aldığı beyinler olabilirdi. Ama bunu denemeliydik.
Hutbe metni olarak yazdıklarımı imama verirken onun da düşüncelerini eklemesini istedim.
Hutbe metninde özetle; köydeki kan davasının herkese zarar verdiğini bunu sürdürmenin kimseye bir yararı olmayacağını, ama köylülerimizin artık bir zarar görmemesi için bu kan davasını bitirilmesi gerektiğini bunun için herkesin üzerinde sorumluk olduğunu, elimizden ne geliyorsa yapmanın köyün huzuru için, çocuklarımızın geleceği için bu sorunu çözmenin hepimizin boynunun borcu olduğunu yazdım.
İmam o hafta bunları düzgün bir şekilde, ayet ve hadislerle düzenleyerek hutbeyi tamamladı.
İlk cuma günü kalabalık bir grup katılmıştı. Bu konudan haberli olanlar da diğerlerinie duyurmuş olmalı, çünkü cami hemen hemen dolmuştu.
İmam cuma namazında hutbeyi okudu, ve hutbenin sonunu şöyle tamamladı:
“Arkadaşlar köyümüzdeki bu kan davası belasını bir an önce bitirme görevi hepimizin üzerinde. Düşmanlığın sonu yok. Gelecekte çocuklarımız böyle bir ortamda yaşamasın. Şuarada hepimiz huzur içinde yaşayalım. Bu teklifi köyümüzün öğretmeniyle birlikte hazırladık. Köyümüzde bundan sonra kan davasıyla yaşamayalım, birbirimize gidip gelelim. Bu düşmanlığı sürdürürsek çocuklarımıza miras olarak bırakmış oluruz ve sonsuza kadar sürer gider. Sizlerin de şu güzel köyde rahat huzur içinde yaşamak istediğinizi biliyorum. Şimdi herkes aklını başına elini vicdanına alarak düşünüp karar versin: Dostlu mu istiyoruz düşmanlık mı? Bu kararı vermenin tam zamanı. Birine düşmanlık yapan bunu bütün köye yapmış oluyor. Şimdi camiden çıkarken önce öğretmenle ben kurana el basacağız. Sonra da sırayla sizler el basacaksınız. Bu hem kendimize, hem köyümüze hem de Allah’a verdiğimiz bir söz yerine geçecek. Köyümüzde bundan sonra kan davası olmaması için, bir kötülük yapan olursa onu görmezden gelmemek ve ona hep birlikte şahitlik yapma sözü verelim, gelin bir şekilde yıllardır sürüp gelen şu kan davasını bitirelim.”
Kapıdan önce köy imamıyla ben çıktık. Cami kapısının önündeki sehpaya bir Kuran-ı Kerim koyduk. Önce ikimiz Kuran'a el basarak söylediklerimizi tekrarladık, köylülerin de sırayla benzer şekilde Kuran’a el basmalarını ve artık köyümüzdeki kan davasının bitmesine yardımcı olmalarını söyledik.
Acaba ne olacaktı, meraktan çatlıyordum. Ancak bu konuyu camiye gelmeden önce her iki tarafın ileri gelenleriyle konuşarak yardımcı olmalarını istemiştik. Köyün tamamında büyük bir gerilim yaratan bu kötü gelenekten herkesin az çok rahatsız olduğunu biliyorduk. Bu nedenle ben yine de umutluydum.
Camiden çıkanları imamla birlikte Kuran’ın başında izlemeye başladık. İnanılmaz bir bütün köylüler sırayla kurana el basarak köydeki bu anlamsız kan davasının sonlandırılmasını istediklerini gösterdiler. Tereddüt geçiren bir iki kişiyi tarafların ileri gelenleri geri çevirerek köylüye katılmasını sağladılar.
Bu süreç tamamlandığında istisnasız herkesin yüzünde bir sevinç ifadesi vardı. Bunu görmek ne büyük mutluluktu, gözlerim yaşararak izliyordum. Cami avlusunda herkes birbirine sarılıyor, dargınlar barıştırılıyordu. Orada adeta bir bayram günü havası vardı.
Yaptığımız işten sonuç almak hocayla beni de köyün ileri gelenlerini de çok mutlu etmişti. Bizler de birbirimize sarılarak bu günün mutluluğunu paylaştık. Sonradan ne kadar önemli bir iş başardığımızı daha iyi anladım. Köylülerle artık toplu sohbetler yapabiliyor, her iki tarafla konuşabiliyorduk.
Öğretim yılının sonuna gelmiştik. Zaten “er öğretmen” olarak yaptığım askerlik görevim de bitiyordu, Artık yeni öğretim yılında memlekete atanmayı bekliyordum. Ama geriye dönüp baktığımda bu olay benim asla unutmayacağım bir anı olarak kaldı.
***
Son Bölüm:
Bir Sürgün Hikayesi – 4
RASTLANTILAR HAYATIMIZA YÖN VERBİLİYOR