BİR SÜRGÜN HİKAYESİ - 1
Öğretmen Okulunu bitirdiğimde yüksek öğrenime gitmeyi hiç düşünmemiştim. Bütün sınıf arkadaşlarım yüksek okula gitmek için sınavlara girerken ben girmemiştim. Çünkü bu mesleği çok seviyordum. Zaten hep öğretmen olacağız diye yetiştirilmiştik ve ben hayalimdeki mesleğe kavuşmuştum.
Askerlik döneminde temel eğitim bitince “er öğretmen” olarak görevlendiriliyorduk. Isparta’da 4 aylık temel eğitimi tamamladıktan sonra geri kalan askerlik süresini iki yıla tamamlamak üzere er öğretmen olarak köylerde çalışacaktık.
Dört ayın sonunda bizlere atama kurası çektirdiler, bana Gaziantep çıktı. Antep’in Adıyaman Urfa sınırlarında Araban ilçesinin Nurettin köyüne atandım. Fırat kenarındaki Nurettin’e okul yeni yapılmıştı ve tek başıma köyün ilk öğretmeniydim. Okul, köyün alt tarafındaki bir yamaçtaydı. Benden önce komşu köylere gidip gelen ara sınıflarda okuyan az sayıda öğrenci vardı. 80’e yakın öğrencinin çoğunluğu ilk defa okula başlıyordu, hepsinin anadilleri Kürtçeydi. Ve ben onlara hem Türkçeyi hem de okuma yazmayı öğretecektim.
Büyük bir yoksulluk ve zorluk içinde yaşıyorlardı. Bir miktar fıstık ağacına bağlı bir ekonomileri vardı. Hiçbir evde su ve tuvalet yoktu. İçme suyunu, köyün alt tarafındaki kuyulardan hayvanlarla taşıyarak getiriyorlardı. Okulun da suyu yoktu, okulda kullanılacak su da aynı yolla geliyordu.
İlk yıl sonunda çocuklardaki büyük değişimi ve gelişimi görmekten mutluydum. Önceki yıllarda komşu köylere ve Süpürgüç kasabasına gidip gelen birkaç öğrenci dışında öğrencilerin tamamı neredeyse 1. sınıfta okuyordu.
60’tan fazla öğrencime okuma yazmayı öğrettim. Ayrıca ilk kez Türkçeyi de öğrenmişlerdi. İçlerinde ortaokul çağına gelmiş, büyümüş kızlarla uzun boylu erkek çocuklar da vardı. Onlarla çok iyi anlaşıyordum ve hepsini çok sevmiştim.
Ancak ilk zamanlar o kadar kolay olmadı. Başlangıçta ne de olsa bir uyum ve dil sorunu yaşadım. Ben onları daha iyi anlamak isterken onlar da beni anlamak istiyorlardı. Bir yandan onların dilini öğrenmeye çalışırken onlar da Türkçeyi geliştirmek için büyük bir çaba içindeydiler.
Köydeki erkeklerin hemen hepsi Türkçe konuşsa da kadınların pek azı Türkçe konuşabiliyordu. Ana babaların da destekleriyle çocukların Türkçe öğrenerek okul çalışmalarından fazlasıyla yararlanmalarını istiyordum. Bu yöntemi köylüler de destekliyordu.
İlk okuma ve Türkçe öğretimi sırasında öğrencilerle anlaşma yapmıştık. Evlerde de Türkçe konuşursak dilimizi daha hızlı geliştirebilirdik. Bir süre için evlerde büyüklerle ve kardeşlerle herkes Türkçe konuşacaktı. Böylece anneler de Türkçe öğrenecekti. Büyük öğrencilerden biri şöyle bir öneri getirdi:
“Öğretmenim, evinde Kürtçe koşuşan olursa kumbaraya 5 kuruş atsın. Sonra bu paralarla okula kitap alalım.”
İzlenmesi ve uygulaması pek kolay görünmese de hep birlikte bu öneriyi biraz değiştirerek kabul etik. İlginç bir öneriydi ama Türkçe öğrenmeye katkısı olabilir diye bu öneriyi şöyle değiştirdim:
“Hafta sonu evinde Türkçe koşuşanlara kitap verelim.”
Çocuklar, bu öneriyi sevdi. Her pazartesi gelip:
“Öğretmenim evde hep Türkçe konuştum” diyenlere birer kitap vermeye başladım. Çocuklar o kadar dürüstlerdi ki bu kurala uyamayanlar böyle bir istekle gelmiyorlardı.
İlk haftadan sonra Pazartesi sabahı; iyi kalpli çocuk, kekeme Vakkas kapımı çaldı:
“Ö… ö… öö... örtmenim, istemeyerek evde 5 kere Kürtçe konuştum.” diyerek bana 25 kuruş uzattı. O iyi kalpli, güzel çocuğun bu anlamlı davranışından çok etkilenmiştim. İlk öneri aklında kalmış o da bunu açıkça söyleyerk kadar temiz yüreğiyle kapımı çalmıştı. Onu tebrik ettim ve bu dürüst davranışı için onu sınıfta kutladım ve ona da kitap vererek dürüstlüğünü ödüllendirdim.
Köylüler, okulun temizliği ve bakımı için bana daima yardımcı oluyordu. Onların sevgisi kazanmak oradaki çalışma şevkimi artırıyordu. Okul lojmanında yalnız kalmayayım diye akşamları ya evlerine çağırırlar ya da okula gelip bana arkadaşlık ederlerdi. Gün boyu yanımda olup arkadaş gibi davranan gençleri ise unutmak mümkün değildi. Daha da ötesi, “Hocam seni bizim köyden evlendirelim, Nazlı köyün en güzel kızı. Nazlı tam size göre...” diyerek ciddi ciddi takılanlar bile vardı.
Her şey güzel gidiyordu, köylülerle kısa zamanda kaynaşmıştım.
Akşam yemekleri, çoğu zaman beni de davet ettikleri kalabalık gruplarla yenirdi. Köyün ileri gelenleri de mutlaka bu yemeklere davet edilirdi. Buğdaydan ne kadar çok değişik yemekler yaptıkları aklımda kalmış. Bu toplantılarda benim söylediklerimi dikkatle dinliyorlardı. Arada bir kendi aralarında Kürtçe bir şeyler konuşsalar da bu ara konuşmalardan asla rahatsızlık duymadım. Ya söylenenleri eksik anlayanlara açıklama yapıyorlar ya da konuyla ilgili yorumlar yaptıklarını düşünüyordum.
Bir köyün ilk öğretmeni olmak zorlukları olsa da çok güzel bir duyguydu. Köyü tanıdıkça köydeki hiçbir evde tuvalet olmadığını öğrendim. Bu konu kafama takıldı, bir şeyler yapmalıydım. Bir akşam, davetli olduğum bir iftar yemeğinde yine kalabalık bir grupla konuşurken köylülere bu konuyu açtım,
“Komşular, ben bu köyü de çocuklarını da çok sevdim. Şimdi yaz tatili geliyor ama güzün köye döndüğümde sizlerden bir isteğim var: Eğer benim söylediklerim aklınıza yatarsa gelin her eve bir tuvalet yapalım. Ben de üstüme düşeni yapacağım, ne dersiniz?” dedim.
Kısa bir sessizlik oldu.
Bakın çok güzel bir köyünüz var. Güzel çocuklarınız var. Bizler de dünyanın gelişmiş ülkeleri gibi yaşayabiliriz. Ama bakın evlerde tuvalet olmazsa temizlik zorlaşır, hastalıklar artar.. Dinimiz de “temizlik imandandır” demiyor mu? Ayrıca bu medeni ve doğal bir ihtiyaç...” diyerek sessizliği bozdum.
Köyün muhtarı ve ileri gelenlerinden Yalnız Mehmet;
“Ağzına sağlık hocam, bunu ben de desteklerim, zaman zaman aramızda da konuşuruz ama bir şey yapamadık” deyince biraz rahatladım.
Köylüler kendi aralarında Kürtçe konuşarak bir süre tartıştılar. Arada yüksek sesler de çıkıyordu. Meraklanmıştım.
Köylülerden biri;
“Hocam tuvaletleri yapalım, bizler de bu mahcubiyetten kurutulalım” dedi.
Belli ki öneri kabul edilmişti. Yaz tatili dönüşünde Nurettin köyünde her eve bir tuvalet yapmayı planlayacak, gerekirse vilayetten destek isteyecektim. Zaten köyün altında doğal kanalizasyon gibi çukurlar ve obruklar vardı. Bu da işimizi kolaylaştıracaktı. Tatilde memleketime gitsem de köylülerle aldığımız bu karar hep aklımdaydı ve bana heyecan veriyordu.
***
Devamı var:
Bir Sürgün Hikayesi-2
Nasıl Olduya Bie A-Rıza Oldu