740 KUŞLARI
Antalya'nın kumruları, şehrimizi terk mi ediyor?
740 Kuşlarının Ahmetler’de ne işi var?
Köydeki parkta otururken yıllardır duymadığım, tanıdık bir kuş sesi dikkatimi çekti. Üstümüzde ötüşerek uçuşan ve eşlerini çağıran kumrulardan biri parkın karşısndaki sedir ağacının tepesine kondu. Daha önce hiçbir zaman bu yörelerde görmediğimiz bu kuşlar demek ki Antalya’yı terk etmeye başlamışlar. Daha sonra bunun bir rastlantı olmadığını köyde çok sayıda kumru olduğunu fark ettim. Sıcak Antalya'nın kumrularının serin Toros yamaçlarında ne işi var?
Antalya’nın içinde; her ağacın başında, her binanın çatısında, adeta “yedi yüz kırk” diyerek öttüklerine inanılan kumruların bu adla anıldığını bilmeyen yoktur. Eskiden daha çok karşımıza çıkan bu kuşlar Antalya’nın simgesi gibiydiler. Onları tanıyanlar, bu çifte kumruların şehir içinde giderek azaldığını belki fark etmişlerdir.
Kumrular zaman zaman Antalyadaki evimin pencersine konarlar, pencere pancurlarının içine yuva kurmaya çalışırlardı. Onları evdeki kedilerden korumak için pencere camına karton perdeler astığım da olmuştur. Ama artık eskisi kadar çok görünmüyorlar.
Doğanın dengesi bozuldukça bundan her şey etkileniyor. Nasıl ki sular azalırken bitki örtüsü ve canlı türleri tükeniyorsa, nasıl ki iklimler değişirken topraklarımız çölleniyor ve üretim düşüyorsa nasıl ki denizler kirlenirken balıklar kayboluyorsa kumrular da yaşam alanları daraldıkça yurtlarını terk ediyor olmalı.
Daha önce de yazmıştım; eskiden bu köyün semalarında kartallar, akbabalar, sürü sürü güvercinler uçardı; yol kenarlarında, ketirlerde, yamaçlarda keklikler uçuşurdu. Gelişen teknoloji, tarım ilaçları ve artan nüfus onları yurtlarından etti ve buraları terk ettiler. Demek ki 740 kuşları da Antalya’yı terk edip daha güvenli coğrafyalara taşınıyorlar.
Ben bu durumu “uygarlık” adını verdiğimiz “değişimin”; sosyal yaşamda, doğal ortamda ve çevre koşullarında yarattığı tahribatla ilgili olduğunu düşünüyorum. “Uygarlaşma” kuşların yaşam alanlarını daraltmasaydı, kumrular bir yerlere gitmezdi. Demek ki bizim gördüklerimiz uygarlaşma değil, bir tür vahşi değişim. Öyleyse dünyalılar olarak hepimizin gerçekten uygar olmaya ihtiyacımız var.
Kim söylediyse şu sözü çok seviyorum:
“Bu dünya bize atalarımızdan miras kalmadı, biz onu torunlarımızdan ödünç aldık.”
Bu dünyanın şahsımıza ait tapulu bir arsa olmadığını bir türlü öğrenemedik. Bu dünyayı bitkileri, hayvanları ve bütün canlılarıyla birlikte hepimizin ortaklaşa kullandığı bir yaşam alanı olarak görmedikçe dünyada adaleti sağlamamız çok zor. Doğaya adil davranamıyorsak insana da adaletli davranamazsınız. Kuşlara konacağı bir ağaç dal; balıklara yüzecekleri temiz bir deniz; insanlara, bitki ve hayvanlara nefes alacakları bir gökyüzü, temiz bir hava bırakmazsak bütün canlılara özgürce koşturacakları bir ormanı çok görürsek bir gün kendimize de yaşanılır bir dünya kalmayabilir.
Unutmayalım, doğa kendisine yapılan haksızlığı, adaletsizliği affetmiyor; eğer bilinçsizce doğadaki dengeyi bozmaya kalkarsak o da bir gün mutlaka bizden intikamını alır. Sel olarak, tusunami olarak alır; deprem olarak, kasırga olarak, erozyon olarak, kuraklık olarak alır. Öyleyse sahip olduğumuz doğal zenginliklerin keyfini çıkarmak, daha mutlu daha huzurlu yaşamak için doğadaki yaşam zincirine saygılı olmak ve dünyamızı bütün canlılarla ortak kullanma kültürü geliştirmeliyiz.
Bu vesileyle 740 kuşlarına: “Köyümüze hoş geldiniz” diyorum. Buraları terk eden güvercinlere, akbabalara, kartallara ve kekliklere de selamlarımızı gönderiyorum. Hepsi, bizim bu dünyayı paylaştığımız dostlarımız.
Dünya, onlarla daha güzel.